Bugun...


Hasan Kumral (KumralDede)

facebook-paylas
ÖTEKİLEŞME
Tarih: 22-10-2025 23:47:00 Güncelleme: 22-10-2025 23:47:00


***Rica ediyorum lütfen onuna kadar okuyunuz ve düşüncelerinizi bana hasankumral@gmail.com adresinden iletiniz. Teşekkürler

 

Öteki, yani bizden olmayan, yani benden olmayan, yani dışlanması gereken, uzak durulması, tehlikeli, sakıncalı kişi, kişiler, düşünceler, şeylerin toplamı. İnsan niçin öteki der, niçin korkar? Aidiyet duygusunu taşınmayan her şey ötekidir. Sana, size ait olmayan yabancıdır, ötekidir ve çekinilmesi gerekir. Ötekileşmenin temelinde dar düşünce, dar bilgi, anlayışsızlık, cehalet, ön yargılar, korkular, inançlar, tabu vs vs gibi insan aklının yönlendirmesi, kalıplaşması, yasal ve toplumsal uygulamalar yatar.

Ötekinin temeli yasal ve toplumsal uygulamalar, öğretilerdir. Bebek doğduğunda korku bilmez, inancı yoktur, dili yoktur, ırkı, siyasi inancı, tabusu, aidiyet duygusu yoktur. Hepsi zamanla öğrenilir, içselleştirilir ve savunulur. İnsan korkusunu savunur mu? Evet savunur… Kendisini korkusuyla güvende hissettiği için savunur, korku duvarının arkasında huzur bulduğu için savunur, karanlık mağaradaki konforu için savunur. Korkusunu anlamayanlar, onun gibi savunmayanlar ötekidir. Mağaradan dışarı çıkmak isteyen birisi ötekidir, dağdan, dereden sonrası ötekidir, karşı mahalle ötekidir… ötekinin sınırı yoktur. Ötekileşmede son sınır aynadaki yansımandır .

Her insan içgüdüsel olarak önce güvenlik ister, sonra doymak, sonra üremek, sonra ise diğer insani ihtiyaçlar devreye girer. Özgürlük, eşitlik falan çoook sonralarıdır. Toplumsal ayrışmada, sınıfsal yapıda her alanda ve anlamdaki yönetici gruplar içgüdüsel davranış kalıplarını yönetimin temeline koyarlar. Stalinin tavuğu, Stacholm sendromu vs vs bunların en güzel tanımlamasıdır.

İnsan bilmediğinden korkar, alışkın olmadığından ürker, anlamadığından, bilmediğinden çekinir. İnsani bir duygudur. Dışa açık kişiler, aileler, topluluklar, milletler kültürel, ekonomik  ve teknolojik olarak sürekli önderlik yaparlar. Ancak her şeyin bir ömrü, zamanı olduğu gibi bu önderlikler de vakti gelince duraklar, geriler ve çürür. Çürümeye tepki olarak yeni bir filiz doğar, çürümüş birikim yenisi için besin olur. Bu aile, topluluk veya millet temelinde hep böyle tekrar eder. Dünya tarihine baktığımızda Türk Milletinin sürekli hakim olan hanedanların değişmesiyle devlet geleneğini devam ettirdiğini görürüz. Anadolu topraklarında binlerce yıldır var olan Türk Milleti son dönemde Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Osmanlının devamı olan Türkiye Cumhuriyeti ile bu devir daimi sürdürüyor. Günlük siyasi çalkantılar umutsuzluğa düşürmesin.

Günümüzde yaşanılanlar yerel ve milli olan ile küreselci yapılanmaların çatışmasıdır. Bu çatışma tüm dünyada devam ediyor. Çatışmanın boyutu bazen Gazze’de yaşananlar gibi, Ukrayna-Rusya savaşı gibi, Tutsi-Hutu kabile katliamı gibi veya 11 Eylül ikiz kuleler, 7 Ekim baskını, açlık – susuzluk, ekonomik kriz gibi vs vs şekillerde olabiliyor. Ama hepsi aynı düzene hizmet ediyor. Ötekileştirme, bireyselleştirme, özgürlük adı altında mikro milliyetçilik, mikro devletçikler, Ulus Devlet yapılarının tasfiyesi. Her bir etnik, dini, sosyal veya siyasal grup öteki olsun, her bir birey doğumundan önce ve öldükten sonra dahi sömürülsün. Hedef ve amaç bu. Bu amacın yerel işbirlikçileri de küresel güçlerden daha acımasız, daha vahşi şekilde kendi topluluklarını, milletlerini, insanlarını sömürüp pay alıyorlar, büyük parsayı küreselcilere teslim ediyorlar. İşte tam da bu noktada her türlü psikolojik, ekonomik, siyasal, kültürel, toplumsal kaos, anarşi, terör, çürütülme düzeni devreye giriyor. Çünkü sömürü kaos ve anarşi, çürüme üzerinden beslenir, kaos ve anarşinin temeli ise ötekidir, yabancılaşmadır. Konuşan, anlaşan, birlik ve beraberlik içinde hareket edip dışa açık yaşayanları kaosa itemezsiniz, anarşi yaratamazsınız, istediğiniz gibi yönlendiremezsiniz, korkutamazsınız çünkü bilirler, anlarlar…

Atatürk tecrübesi, bilgi birikimi, eşsiz dehası, dirayeti ve Osmanlı devletinden aldığı mirasın üzerine Cumhuriyeti kurdu. Yönetim değişikliği oldu, devlet yıkılmadı, millet bakidir, devlet de bakidir. Bu gün Türk Milletindeki çok etnikli, çok inançlı, farklı sınıfsal yapı imparatorluk bakiyesi olduğumuz içindir. Ulus devlet yapısı ise modernleşme, gelişme ve kültürel sıçrama için şarttır ve halen zorunludur, miadı dolmamıştır. Tekrar hanedan dönemi gibi hükmetmeyi, yönetmeyi hayal etmek zorlamadır. Kaldı ki Osmanlı da dahi padişahın yetkileri tek elde değildir, divan ve yerel ayanlar vasıtasıyla paylaşılmıştır…

Anadolu topraklarında ötekileştirme siyaseti tutmaz. Biz imparatorluklar bakiyesi bir millet olduğumuz için azınlıklarla bir arada yaşamaya, onları kendi içimizde var etmeye alışkınız. Komşumuz öteki değildir. Anadolu topraklarında birbiri ile akraba olmayan, kan bağı kurmayan hiçbir topluluk yoktur. Yani izole bir bölge, izole bir grup yoktur. Zorla, terörle veya baskıyla, inançları kullanarak izole topluluk - cemaat kurma çabaları yerel ve sınırlı kalmaktadır, başarısızdır.

Bu günkü hükümet ne yazık ki ötekileştirme, kutuplaştırma ve kendi seçmen tabanını sıkılaştırma/koruma siyaseti yürüttüğü için Türkiye açısından en büyük handikaptır. Emperyalizmin öncü/yerel kuvveti gibi hareket ederek Türk Milletini çürüterek/yozlaştırarak dönüştürüyor. Klasik teoridir emperyalizmin ilerici gücü kavramı. Emperyalizm nasıl ilerici olabilir diye düşünebilirsiniz, sömürgeci güçler nasıl bir toplumu ileri götürebilir diye… Ama ne yazık ki bir açıdan doğrudur. Emperyalizm tahakküm kurma üzerinedir, tahakküm, hükümranlık temelde içgüdüsel ihtiyaçlar üzerinden kurulur. Buzdolabını ihtiyaç hissetmez isen almazsın, emperyalizm seni ilk önce dönüştürür buzdolabını ihtiyaç haline getirir sonra satar, bir daha satar, sürekli senden gelir elde eder. İlk önce ihtiyaç yaratır, alışkanlık oluşturur sonra satar…  

Kaos, korku ve anarşi düzeninde kişisel güvenlik her şeyden önce gelir. Hayatından, malından, namusundan, ailesinden korku duyanlar bireysel güvenlik önlemi alır, sistemin yetersiz kaldığı, müdahale etmediği yerde kendi kanununu uygular, kendisi ceza verir. Bu kaçınılmazdır. En basitinden Ahmet Maguzzi cinayetinde ailenin yanına Sedat Peker gibi bir mafya lideri adalet için avukatını gönderip, ismini ortaya atınca çakal sürüsü dağılıyorsa vay Türkiye Cumhuriyetinin haline. Adalet mafyanın eline düştükten sonra ne yapalım…

Çiller döneminde dönüşüm/çürüme hızlanmıştı. O vakitler üst düzey bir bürokrat abimiz “sistemi çürütmeden değiştiremezsin.” Demişti, haklıydı, gördük, görüyoruz ne yazık ki. Her alanda, her anlamda çürüyoruz ve hükümet sadece seyrediyor, başta 5’li çete olmak üzere her şey yağmalanıyor. Yağmalanmada en büyük payı küreselciler alıyor, kemik yalayıcılar ise kemiklerini sevinerek Anadolu veya dışarda toprağa gömüyor, belki ileride yeriz diye. Bize yani ötekileştirilenlere, yani birbirine düşman olanlara, yani Koministler Moskovaya, Mollalar İrana, Faşistlere ölüm, Yaşasın Sosyalizm, Yaşasın Komünizm, Yaşasın Şeriat, Hedef Turan diyenlere, yani Türk Milletinin %80’ne yoksulluk, yoksunlunluk, cahillik, at gözlüğü düştü. İnsanca yaşamı haram ettiler bize, tatil lüx, dost ziyareti lüx, düğüne gitmek hayal, ev rüyasını bile göremiyoruz, bıkkınlık, tembellik yapıştırılmış ruhumuza, geleceksizlik, hayalsizlik, ölü toprağı serpilmiş üstümüze… Kurbağa fıkrasını yaşıyoruz, su ısındı ve biz çıkamıyoruz artık.

Sistematik olarak çürütülüyoruz. Kırmızı pazartesi romanı gibi bir hayat yaşıyoruz. Herkes ne olacağını biliyor ama kimse müdahale etmiyor. Ne dua eden var ne müdahale, bir şey olmayacakmış gibi bağıra bağıra gelen felaketimizi bekliyoruz. Ne acı günler yaşıyoruz.

Uyuşturucu madde bağımlılığı dağ köylerine kadar yayıldı, internet üzerinden kumar oynamayan yok gibi, bir biraya, bir sigaraya yatağa giren genç bedenler, jigololuk, eşcinsel ilişkiler, fuhuş, kaçak tütün, kaçak içki, kadın-erkek ayırmaksızın insan cinayetleri, çocuk istismarları, liyakatsiz, torpille gelen memurlar, yöneticiler, orman yangınlarından, depremlerden, felaketlerden nemalananlar, beceriksiz bürokratlar yani toplumsal çürümenin son evresine geldik.

Bundan sonrası Kolombiya – Meksika vs  gibi çete toplumu oluruz. Yılar önce Pakistan gibi oluruz diye düşünmüştüm olmadı hızla Latin Amerika ülkesi oluyoruz. Tüm siyasetçiler sadece ve sadece bu çürümeye ortak oluyorlar, teşvik ediyorlar, hiç birisinden beklentim veya umudum kalmadı artık. Hepsi mecliste aynı sofraya oturup şakalaşarak yemek yedikten sonra, aynı tatil sitesinde güneşlendikten sonra neye muhalefet ediyorlar merak ediyorum doğrusu. Kayıkçı kavgası, kuklalar savaşı izlemekten bıktık artık.

Düşüncelerime katılıyorsanız ne yapalım diye düşünmek gerekiyor. Artık mevcut siyasi partiler çıkar odaklarının sözcüsü veya pazarlık partisi haline geldiği için onlara umut bağlamak ham hayalden öteye gidemiyor. Yapmak isteyen muhalefet te olsa hükümet de olsa yapıyor, karakter ile ilgili. Bakın Eskişehir, Büyükerşen Hocamızın elinde Dünya şehri oldu. Büyükerşen Hocamız hep muhalifti, muhalefetteydi…   

Yapılması gereken kürselci güçlerin ve onun yerli işbirlikçilerinin dikkatini çekmeden her anlamda bağımsız mikro - orta ve küçük işletmeler kurmaktır. Çünkü sermayenin verimliliği yüksektir fakat sermaye birikiminin miktarı onların iştihanı kabartacak kadar yüksek olmayacaktır. Küçük lokma ile uğraşmayacaklardır. Örneğin gıda güvenliğimiz için küçük tarım işletmelerinin desteklenmesi, verimliliğinin arttırılması zorunludur. Bu açıdan kırsal yerleşim bölgelerine gitmek gerekiyor. Kendi ailenizin gıda güvenliğini sağlayın, birkaç yıllık temel ihtiyaçlarınızı depolayın, toprağınıza sahip çıkın, geleceğinize sahip çıkın. Daha büyük yerleşim yerinde yaşayan kardeşlerim sizler de teknolojiyi taklit edin yerel ve ucuz makine üretin. Hukuki açıdan bir patentin korunma süresi 20 yıldır. 20 Yıl öncesinin teknolojisini temel yapın onun üzerine üretim araçları geliştirin, yerel teknoloji geliştirin ama dikkat çekmeden, iştah kabartmadan, yoksa her şeyinizi alırlar, canınızdan dahi olursunuz ne yazık ki.

Yeniden Türk İçin, Türk’e Göre Türk Tarafından Atatürk’ün yaptığı gibi yerelden genele inşaya başlamak zorundayız. İlk önce üretim, her bir üretim merkezi bizim yerel savunma hattımız, yerel kalelerimizdir. Üretim merkezi ister gıda üretsin, ister makine, ister yazılım, isterse sağlık hizmeti versin, her merkez kalemizdir. İlk önce inşa sonra korumak zorundayız. Fiili veya hukuki bir birliktelik mümkün değil ama aynı yolda yürüyenler mutlaka birbirini bulurlar. Bulunca tanırız, tanış oluruz, gerektiğinde yine birbirimizi buluruz. Herkes büyük bir vücudun küçük bir zerresi gibi olsun, gerektiğinde kalp de atar, beyin de çalışır, ayaklar da koşar, pislikler de atılır, yeter ki zerre olmayı başaralım. Düşününce de başka bir çaremiz de yok. Bu ekonomik, siyasal ve toplumsal anarşizm, çürüme ve sömürü düzeninde ya sömürenlerle birlikte hareket edip kendi Milletini soyup kemik yalayacaksın, ya da bağımsız üretim merkezleri, işletmeler vasıtasıyla onurunu koruyacaksın. Toplumsal toparlanış, milli uyanış için her türlü üretim aracını, vasıtasını kullanarak hayatımızın gidişatını elimize alalım. Kurumuş yaprak gibi rüzgarda savrulup gübre olmayalım. Gerekirse zorunlu olarak sömürgeci veya yerli işbirlikçilerinin yanında çalışalım ama kendimize ve ailemize ait onlardan bağımsız sömürüye dayanmayan bir gelecek kuralım. Damla denize katkıdır. Biz üzerimize düşeni yapalım, oturmakla, kendi kendimizi kandırmakla sadece felaketimizi bekleriz. Yeni Türk Toplum yapısı her şartta, her koşulda, her durumda üretim yapanlar tarafından kurulacaktır veya çürüyüp güzel günleri anarak yok olup gideceğiz. En büyük sermayemiz beynimiz, emeğimiz ve gücümüzdür, iyi değerlendirelim. Unutmayın büyük hedeflere küçük adımlarla ulşaırız…

Düşüncelerimde belirttiğim gibi bizim Yörük, Kırmanç, Zaza, Torbeş, Boşnak, Türkmen, Arap, Pomak, Arnavut, Laz, Gürcü, Avşar, Alevi, Nusayri, Hristiyan, Şafi, Sünni, Yahudi vs vs diye bir sorunumuz yok, bizim emperyalistler ve yerli işbirlikçileri tarafından dayatılan ötekileştirme sorunumuz var. Biz Emperyalizme karşı mücadele ettik ve imparatorluk bakiyesinden Anadolu topraklarında Türk olarak yeniden var olduk. Türk “ilahi bir güçle ayağa kalkan, doğrulan” demektir. Ortaasya da onlarca etnik grubun bir araya gelip Çin emperyalizmine karşı durmasıyla Göktürkler devletlerini kurmuşlardır ve kendilerine TÜRK demişlerdir. Türk bu nedenle tarih boyunca sadece etnik/kültürel değil aynı zamanda antiemperyalist bir kimliktir. Antiemperyalist düşüncede olanlar Türk milletinin bir parçası olmaktan onur duyarlar, “Ne Mutlu Türkçe Konuşana, Ne Mutlu Türküm Diyene” diyerek yoluna devam ederler. Ortaçağ kalıntısı mezhep, aşiret veya mikro milliyetçilikle uğraşmazlar, Türk olmayı varlık nedeni sayarlar.

ÖTEKİ DEĞİLİZ TÜRK MİLLETİYİZ; ÖTEKİLEŞMİYECEĞİZ. TENGRİ BİZ MENEN.

             

 

                                                                                                                                Kumraldede

***Rica ediyorum lütfen sonuna kadar okuyunuz ve düşüncelerinizi bana hasankumral@gmail.com adresinden iletiniz. Teşekkürler





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Sosyal medyaya mı internet medyasına mı güveniyorsunuz?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI